|
|
|
|
|
 |
|
 |
Ben her akşam mütemadiyen sana uzatırdım avuçalarımdaki rüzgarları,ama sen uzaklara üflerdin onları hindiba tohumları gibi. Ne tam olabildik seninle ne de uzaklaşabildik... Duvarlar vardı aramızda yosun tutmuş nefti yeşil duvarlar... Duvarların arkasındaydı öz benliğimiz, ruhumuzun köşelerine sıkıştırmıştık aslında ASLIMIZI.
İstasyon caddelerinin huzurlu sessizlığinde bulurduk kendimizi, iki kişi, birlikte, yalnız... Su yüzüne çıkan hüzünlerimiz de vardı. Belki de yalnızca denemek için birbirimizi, fireler verirdik çoğu zaman. Bilmem kaç sonbaharımız eskidi o caddelerde, adımlarımız kazındı kaldırımlara gel gitlerle. Eskidik evet, yanıldık, yıprandık, bittik, tükettik birbirimizi, ama yaralar hep tazeydi. "Değerlisin, iyisin, güzelsin, AMA" ... ile başlayan cümleler burada takıldı kulağıma. Burda bitirdik herşeyi, burada başladık yarım kalanlara.
Trenler geçerdi ardı sıra, yolcular gelir yolcular gider, kısa sürede olsa ses verirlerdi yalnız istasyonlara.
Gar lokantasının bildik havasında yudumlarken çaylarımızı, hesaplaşırdık aslında sessizce, yargılardık birbirimizi. Gözlerinde "neden"ler, "niçin"ler yanıp sönerdi
ve önce gözlerin dokunurdu yaralarıma...
|
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|